11 Temmuz 2018 Çarşamba

KURAN VE İLKEL AYETLER SORUNU

 Modern zamanlarda tuhaf bir Kuran yorumu tarzı ortaya çıktı.Bu tarzın savunucularına göre Kuran geleceğin teknolojilerini ve icatlarını önceden bilmiştir.Yani kendi çağının çok ilerisine ait teknolojilerden ve icatlardan bahsedebilmiştir.Uzayın genişlediğini Kuran önceden bilmiştir.(Eğer bu doğruysa Nasa astronomları bırakıp Kuran hafızlarını işe almalıdır)Ve Kuran denizlerin karışmadığını,insanın gen haritasının nasıl olduğunu,insanlığın uzaya gideceğini,demirin uzaydaki yıldızlarda yapıldığını önceden bilmiştir.Peki bu doğrumudur?Kuran kendi çağına hapsolmamış bir kitapmı?Geleceğin icat ve keşiflerini önceden bilebildiği doğrumu?Şimdi buna yakından bakalım.
 -Ve insanların arasında haccı ilân et ki, yaya olarak ve develer(damirin-ضَامِرٍ) üzerinde uzak dağ yollarının hepsinden sana gelsinler(Hacc 27)
  Görüldüğü gibi Kuran uçak ve otomobillerin yapılacağından habersizdir.İnsanların sonsuza kadar deve kullanacaklarını zannediyor.Bineklere dese devenin ötesinide görebiliyor yorumu yapılabilirdi belki.Ama direk develer diyor.
  -Ve denizde yüksek dağlar gibi yüzen gemiler, O’nun âyetlerindendir(Şura 32)
  -O dilerse rüzgârı(erRiha-الرِّيحَ) durdurur,o zaman onlar(gemiler) onun üzerinde hareketsiz kalırlar...(Şura 33)
Kuran motorlu gemilerin yapılacağından da habersiz.Sonsuza kadar rüzgarla ilerleyen yelkenli gemilerin kullanılacağını zannediyor.Oysa bu günün motorlu gemileri rüzgar dursada ilerlemeye devam ediyorlar.
  -Onlara karşı gücünüz yettiği kadar savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz...(Enfal 60)
  Kuran tankların ve savaş uçaklarının icat edileceğini bilmiyor.İnsanlar sonsuza kadar atlarla savaşacak zannediyor.Füzelerin ve tankların icat edileceğinden haberi yok.At besleyin diye emir veriyor.Atların ötesinden bahsedemiyor.Kendi çağının ilkelliğine hapsolduğu çok açık.Geleceği bilen değil,gelecek cahili bir kitap.Teknolojiyi bilen değil,teknoloji cahili bir kitap.
   ''Şüphesizki gündüzün oluşumu,yeryüzünün üzerinde güneşin yaptığı yolculuğun sonucunda oluşur''(Aristoteles-Organon,Topikler bölümü)
  Aristo'nun bu yanılgısını Kehf 86 ve Bakara 258 ayetlerinde aynen görüyoruz.
-Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi!İşte o zaman İbrahim:Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti.O da:Hayat veren ve öldüren benim, demişti.İbrahim:Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir,dedi.Bunun üzerine kafir apışıp kaldı(Bakara 258)
 Bu ayet gece ve gündüzün oluşumunu dünya üzerinde güneşin hareketiyle izah ediyor.Güneş bir yere gidip geldiği için gündüz ve gece oluşuyor zannetmektedir.
Oysa olay sadece dünyanın kendi etrafında dönmesinden ibarettir.Güneşin bir yere gidip gelmesiyle olmuyor.Ama dünyanın kendi etrafında döndüğünü bilmeyen ayet yazarı,Güneş bir yere gidip geliyor zannetmektedir.Gündüzü dünyanın üstünde güneşin hareketi olarak tarif ediyor.Kendi çağının astronomi cehaletini aynen sürdürüyor.
  Kehf suresine bakılırsa;güneşin dünyadan daha küçük olduğunu sanıyor Kuran.
  Güneşin Dünyanın üstünde doğudan batıya bir yolculuk yaptığını,Zulkarneyn'in yolculuk yapan güneşi takip ettiğini,yolculuğun sonunda güneşin balçıklı bir su kuyusuna gömüldüğünü söylüyor.
-Zulkarneyn güneşin battığı mekana ulaştı,güneşi çamurlu bir su kaynağında batarken buldu(vecede-وَجَدَ),ve yanında bir de kavim buldu(vecede-وَجَدَ)-(Kehf 86)
Burada Güneşin içine girdiği,gömüldüğü bir mekana erişimin söz konusu olduğu açıktır.Güneşin dünya içinde bir yere gömülecek kadar küçük olduğunun zannedildiği gayet açıktır.Oysa Güneş dünyadan en az 1 milyon kere daha büyüktür.Müslümanlara göre;Zulkarneyn deniz kenarına gitti ve sahilden Güneşi denize gömülüyormuş gibi gördü.Halbuki ayette DENİZ(BAHRE) kelimesi geçmiyor.Su kuyusu kelimesi geçiyor ve kuyunun sahili olmaz.Artı ayet Güneşi gördü demiyor,Güneşi buldu diyor.
  Bütün bu ilkel yanılgılarına ek olarak,Kuran geçmişi bile kesin bir şekilde anlatamamaktadır.Saffat 147 bunu açıkça gösteriyor.
-Biz onu(Yunus'u) yüz bin veya daha fazla kişiye peygamber olarak gönderdik(Saffat 147)

 Yüce yaratıcının hafızasında bir sorun var galiba.Peygamberini tam olarak kaç kişiye gönderdiğinden emin olamıyor.Kesin rakam veremiyor.Bu ayet Yunus'u kaç kişiye gönderdiniz sorusunun cevabıdır.Ayet,Yunus'u gönderenin ağzıyla konuşuyor. Yunus'u biz gönderdik ama kaç kişiye gönderdiğimizden emin değiliz diyor.Yüz bin kişiyede göndermiş olabiliriz,daha fazla kişiye de göndermiş olabiliriz diyor.

KURAN KORUNUYORMU?

 Kuran kendisinin korunan bir kitap olduğunu iddia eder.Bunun doğru olup olmadığını incelemek gerekiyor.Kuran'ın kendi iddiasına göre;Kuran korunası bir kitaptır ve onun için korunmuş bir levha bile yapılmıştır.
-O yüce Kuran,korunmuş levhada(Levhin Mahfuzun) bulunmaktadır(Buruc 21-22)
Ve korunmuş levhada olmasının yanı sıra,indikten sonraki halide korunmuştur.
-Zikri(Kuran'ı) kesinlikle biz indirdik ve onu kesinlikle biz koruyacağız(Hicr 9)
Kuran indirdiği bir zikir olduğu için,indirdikten sonrada korunması gerekiyor ve korunacaktır.Kuran'ın kendisi hakkındaki iddiası böyledir.Ve bu iddianın doğru olup olmadığını incelemek gerekiyor.
  Öncelikle şunu sormak gerekiyor;Eğer Allah Kuran'ı koruyorsa,Araplardaki eski nüshayımı koruyor yoksa Özbekistandaki Taşkent nüshasınımı koruyor?Çünkü Taşkent nüshası ile Araplardaki nüsha birbirine uymuyorlar.Örneğin Araf suresi 69.ayet iki nüshada birbirinden farklı.Araf 69 ayetindeki bastatan kelimesi Arap nüshalarında SAD(ص) harfiyle Taşkent nüshasında SİN(س) harfiyle yazılıdır.İkisinide bastatan diye okusalarda aslında olması gereken birini basatatan(بصطة) diğerini basitatan(بسطة) diye okumak gerekir.Şimdi korunmuş levhada yazan hangisi?Basatatan(بصطة) mı yoksa basitatan(بسطة) mı?Allah hangisini koruyor?Basatatan kelimesinimi yoksa basitatan kelimesinimi?
  TAHA 63.AYET:Hazen değil Hazeyni
Taha 63. ayet derki inne hazen ila sihran(Bu ikisi kesinlikle sihirbazdır).Oysa bütün tarih boyunca bütün Arapça uzmanlarının belirttiği gibi bu ayetteki kelime hazen değil hazeyni olmalıydı.Hazen(هَذَانِ) yanlış yazımdır.Doğrusu hazeyni(هذين) olmalıydı.Kurtubi tefsiri bu ayetler ilgili olarak aşağıdaki açıklamayı yapıyor:
 ''Ebu Amr,Hazreti Osman,hazreti Ayşe ve sahabeler bu ayeti inne hazen şeklinde okumadılar,yazıldığı gibi okumadılar.Onun yerine ayeti inne hazeyni şeklinde okudular.Onların bu inne hazeyni şeklindeki okuması gramere uygundur ama Kuran'a aykırıdır.Kufeliler bu ayeti Kuran'a uygun okudular ama onların okumasıda gramere aykırıdır.Ve hazreti Osman'a gidip sordular;bu ayet inne hazeyni demesi gerekirken neden inne hazen diyor?Bu bir hata değilmi?Osman dediki,'evet bu kelime ayette hatalı yazılmıştır,katipler hata yapmış olmalılar.O zaman Osmana dedilerki;neden ayetteki bu yanlışı düzeltmiyorsun?Osman da şöyle dedi:Nasıl olsa bu ayet helal veya haram belirleyen bir ayet değil,bırakın öyle hatalı kalsın.Bunun bir zararı yok.Ve Osman b. Affan  şöyle demiştir: Mushaf ta lahn vardır. (Arap dil kurallarına aykırı yazımlar vardır.)''
Olayı bu şekilde katip hatasıyla açıklamak,Zikri biz indirdik onu kesinlikle biz koruyacağız(hicr 9) ayetine terstir.Kitabı indiren kitabını katip hatalarından bile koruyamıyorsa,o zaman kitabı başka neyden koruyabilecekki?Kitabı koruruz diyen otorite neden katip hatasına göz yumdu?Ve katipler başka hangi hataları yaptılar?
 Maide 69:SabiUN değil SabiİN=Tarih boyunca Arapça uzmanları Maide 69.ayette geçen Sabiun kelimesini hatalı bulmuşlardır.Bunun Sabiun değil Sabiin olması gerektiğini söylemişlerdir.Kurtubi Nisa 162.ayetteki vel mukimun(وَالْمُقِيمِينَ) kelimesinin hatalı olduğunu anlatırken Maide 69 ayetindeki hatayada değinir.
   ''Hazreti Osman şöyle der;Nisa 162.ayet yazılırken katip başını kaldırıp ne yazayım dedi.Ona şöyle dediler,vel mukimun(وَالْمُقِيمِينَ) yaz.Ve katipte söyleneni yazdı.Oysa doğrusu mukimUN değil mukimİN olmalıydı.İşte, burada bu kelimenin böyle ("nun" harfinden önce "vav" harfi ile yazılması gerektiği halde, "ye" harfi ile yazılması) bundan dolayı olmuştur.Mukimin yerine yanlışlıkla mukimun yazılmasının nedeni budur.
  Hz. Âi-şe'ye bu âyetteki vel mukimun(وَالْمُقِيمِينَ) kelimesindeki hata soruldu.Bunun yanı sıra Muhakkak bunlar iki sihirbazdır/inne hazen ila sihran"(TâHâ 63) ayetindeki hatada soruldu.Ve Maide Sûresi 69 ayetinde yer alan:Sabiun kelimesindeki hata soruldu.Hz.Aişe şu cevabı vermiştir:Kardeşimin oğlu,yazıcıların(katiplerin) hatasıdır hepside.Hata yapıp duruyorlar.''
Bakara 62.ayetle Maide 69.ayet kelimesi kelimesine aynıdırlar.Tek fark Sabii olanlardan bahsederken Maide 69.ayetin SABİUN demesi,Bakara 62.ayetinse SABİİN demesidir.Ayetler kelimesi kelimesine aynı olduğu halde bu fark neden?Niye birinde Sabiun derken diğerinde Sabiin diyor?Ve neden tarih boyunca bütün Arapça uzmanları Sabiun(Maide 69) yazımının yanlış,Sabiin(Bakara 62) yazımının doğru olduğunu söylemişlerdir.Bütün Arapça uzmanları Arapçayı aşırı derecede yanlışmı anlamışlar?Neden her dönemde bütün uzmanlar Sabiun hatalıdır demişler?
   Sabiun:İsmin yalın halidir.Sabiin:İsmin yalın olmayan halidir.Kelimenin yalın halimi yazılmalı yoksa yalın olmayan halimi yazılmalı?Kuran'ı yazanlar bu konuda karar verememişler.
   Ve Kütübi Sitte denilen 6 Hadis kitabından birinin yazarı olan Ebu Davut,Kuran tarihiyle ilgili olan Kitabil Mesahif adlı esrinde Sabiin(Bakara 62) kelimesinin doğru,Sabiun(Maide 69) kelimesinin yanlış ve hatalı olduğunu söylüyor.

    Korunmuş Levhada yazılı olan hangisi?Sabiun mu yoksa Sabiin mi?Zikri biz indirdik ve onu kesinlikle biz koruyacağız(Hicr 9) ayetine bakarsak:koruduğu Sabiun mu yoksa Sabiin mi?Bu sorular cevap bekliyor.

YUSUF 2:KURAN SADECE ARAPLARA SESLENİYOR

 Pürüzsüz Arapça olmasaydım Arap kavmi sorumlu olmayacaktı demesi,
olayı Arapça oluşunun ötesine taşımaktadır.Arap kavminin sorumlu olabilmesi için,korunabilmesi için,mutlaka pürüzsüz Arapça bir kitap inmelidir demesi,olayı Arapça oluşunun ötesine taşır.Arap kavmi sadece pürüzsüz Arapça inen bir kitaptan sorumlu tutulabilir demesi,Arapça konuşmayan kavimlerinde Arapça inmiş bir kitaptan sorumlu tutulamayacağını gösterir(Fussilet 44,Zumer 28).Arapça olması değil,neden Arapçadır sorusuna verdiği cevap önemlidir.Arap kavmine uyarıcılık yapabilmesi için apaçık Arapça bir kitabın inmesi zorunluysa(Şuara 193-195),o zaman Japon kavmine uyarıcılık yapabilmesi içinde apaçık Japonca bir kitabın inmesi zorunludur.Kuran ölçüyü böyle koyuyor.Arapça olmasıyla,Arapça bir kitapla sadece Arap kavmine uyarıcılık yapabilirsin demesi aynı şey değildir.Arapça olmasına değil,Arapça olduğum için benden sadece Arap kavmi sorumludur(Zuhruf 44,Fussilet 3) demesine vurgu yapıyoruz.Ve Arapça inmeyen mesaja itiraz hakkı tanıması(Fussilet 44) Arapça oluşuna ek bir durum olmaktadır.Bu olayı Arapça olmasının ötesine taşır.
  Ve Arap olmayanların Kuran'ı akledebilmesini hiç umursamıyor(Yusuf 2):
Kuran'ı sizin akledebilmeniz için Arapça indirdik-Yusuf 2
Demekki Arapça inmese akledemeyeceklerdi.Arapça inmese Arap aklı onu özümseyemezdi.O halde Arapça inmeseydi Arap kavminin dini olamayacaktı.
Buda demektirki;Japonca inmediği için Japon kavminin dini olamayacaktır.
 Peygamberin diliyle kavmin dili aynı olmalıdır,farklı olmamalıdır anlamına gelen ayet(İbrahim 4) şimdi daha iyi anlaşılabilir.
 Biz her peygamberi başka değil,sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmi için göndeririz.Böylece onlara anlatabilmesini mümkün kılarız-İbrahim 4
  Taberi tefsirinde;bu ayetin aşağıdaki gibide okunabileceğini söylemiştir.
 Bir kavme peygamber gönderecekse o kavmin dilini konuşan birini seçer,o kavmin içinden birini seçer.Onlara böylece beyan eder-İbrahim 4
(Kavimlerinin de bunları kabul etmemeye dair herhangi bir mazeretleri kalmamış olur-Taberi Tefsiri,İbrahim 4)
 Taberi mazeret derken aslında Fussilet 44 ayetine gönderme yapmış oluyor:
   Eğer onu Arapça bir Kuran kılmasaydık;'neden dilimizde inmedi,Arap olana Arapça olmayan bir Kuran olurmu hiç' diyeceklerdi-Fussilet 44
 Görüldüğü gibi;Kuran Arapça inmeseydi Araplar sorumlu tutulamayacaklardı.Yabancı dilde inen bir mesajdan Araplar sorumlu tutulamayacaklardı.Neden dilimizde inmedi deme hakları olacaktı.
 O zaman Japon kavmininde,Japonca inmeyen bir kitap için''neden dilimizde inmedi,Japon olana Japonca inmeyen kitap olurmu'' deme hakları var.Fussilet 44,yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı tanıyan bir ayet.Evrensellik karşıtı bir ayet.
  Ve bunu başka değil,pürüzsüz Arapça yaptık ki korunabilsinler-Zumer 28
Demekki pürüzsüz Arapça olmasaydı Arap Kavmi korunamayacaktı.Pürüzsüz Arapça inmeseydi Arap dini olamayacaktı.Arapların korunabilmesi için pürüzsüz Arapça bir kitap gerekiyorsa,Japonların korunması içinde pürüzsüz Japonca bir kitap gerekiyordur.Pürüzsüz Japonca inmediği için Japon dini olamayacaktır.
  Eğer biz onu Arap olmayan birine indirseydik ve gelip onlara okusaydı,hiç biri iman etmezdi-Şuara 198,199
  Demekki Arap kavmine Arap bir peygamberle ve Apaçık bir Arapçayla seslenmek gerektiğini biliyor.O halde Japonlarada apaçık Japonca konuşan Japon bir peygamberle seslenmek gerektiğinide biliyordur.
  Kuran senin için ve kavmin için bir öğüttür.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız-Zuhruf 44
Bütün kavimler içindir demiyor.Bütün kavimler ondan sorumludur demiyor.Neden?
   Senide ataları uyarılmamış olan ve bu sebeple gaflet içinde kalmış o bir kavmi uyarman için gönderdik-Yasin 6
Bütün kavimleri uyarmak için demeyi unutmuş...  
Ve Muhammed ‘mahşer günü’ sadece kendi kavminden şikayetçi olacakmış:
Peygamber der ki: Ey Rabbim!Benim KAVMİM bu Kur’an’ı terk etti-Furkan 30
Görüldüğü gibi diğer kavimler Muhammed'in gündeminde yoklar.

  Yusuf 2.ayet gösteriyorki;Arap kavmi dışındaki kavimleri etkilemek gibi bir amacı yok.Diğer kavimlere seslenmek gibi bir amacı yok.
 İbrahim 4.ayet bir ilke koyuyor:Peygamberin diliyle kavmin dili aynı olmalıdır,farklı olmamalıdır.Bu sebepledirki;Zuhruf 44 ayeti,İbrahim 4 ayetindeki ilkeye uygun konuşuyor.Zuhruf 44;Kuran senin için ve kavmin içindir diyor.Sen ve kavmin ondan sorumlusunuz diyor.Bütün kavimler içindir demiyor.Bütün kavimler ondan sorumludur demiyor.İbrahim 4 ayetindeki ilke çiğnenemez;çünkü o zaman kavmin yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı olur.Bunu Fussilet 44 ayetinde açıkça görmekteyiz.Demekki hangi kavmin diliyle inmişse sadece o kavmin dini olabiliyor.Böyle bir dil sınırlaması getirmesi olayı Arapça olmasının ötesine taşımaktadır.

DİNLERİN KANIT SUNAMAMASI

 Diyelimki bir yaratıcı var.Bu yüce Yararatıcı dinsel iddaalara körükörüne inanmamızımı bekliyor?Yaratıcının taktir ettiği ve beğendiği tavır körü körüne inanmamızmı?Yaratıcı körü körüne inanmamızımı istiyor?Yaratıcı soru sormadan ve kanıt istemeden kör bir bağlılıkmı bekliyor bizden?Eğer öyle değilse;Muhammed'in vahiy aldığına dair hangi kanıta sahipsiniz?Hangi kanıtla bunu doğru kabul ettiniz?Muhammed'in gerçekten vahiy aldığına dair vahiymi aldınız?
   Üstelik dinsel iddaaların kanıta ihtiyaç duyduğunu söyleyen Kuran'dır.Ama bunu söyleyen Kuran kendi dinsel iddaalarına hiç bir kanıt sunmamaktadır.
  -Peki kimdir, yaratılışı ilk defa başlatan, sonra onu aralıksız devam ettirip yenileyen? Ve kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Allah'la beraber, başka bir gerçek ilah var öyle mi? De ki:''Eğer doğru söylüyorsanız hadi getirin kesin kanıtınızı.''(Neml 64 KURAN)
   -Yahudiler ve Hıristiyanlar kendileri için cennet bizimdir dediler.Bu onların kuruntularıdır. Onlara deki;'Eğer sahiden doğru söylüyorsanız kesin kanıtınızı getirin.'(Bakara 111 KURAN)
  Kuran'ın dini iddialar konusunda kanıt isteyin önerisini müslümanlara yöneltirsek ne olur?Kuran'ın kendisine yöneltirsek ne olur?
  Hira mağarasında Muhammed ve Cebrail'in konuşmuş olduğuna dair kesin kanıtı getirin o zaman.Muhammed'in Cebrail'le gerçekten konuştuğuna şahitmi oldunuz?
  -Yine biz (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman Tûr’un yan tarafında da değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmeyen bir kavmi, düşünüp öğüt alsınlar diye uyarman için o haberleri sana bildiriyoruz.(Kasas 46 KURAN)
  Yani demekki ya Musa'nın yanında olmuş olmak lazım,yada vahiy almak lazım emin olabilmek için.Böyle bir kıstas koyuyor Kuran.
  Şimdi bu mantıkla şu sorulabilir:Muhammed ile Cebrail konuşurken yanlarındamıydınız?Yada Muhammed'in vahiy aldığına dair vahiymi aldınız?İkisinede hayır diyorsanız,o zaman vahiy aldığından nasıl emin olabileceksinizki?
Yoksa Yaratıcı dediğimiz üst varlık,sorular sorduğumuz için bize öfkeleniyormu?Kanıt aradığımız için bize kızıyormu?
   Eğer dinsel iddaalara körü körüne inanmamızı bekleyecek kadar cahil bir yaratıcı varsa,böyle bir yaratıcıyı memnun etmeye imkan yoktur.
   Yaratıcı bu kadar cahilse,onu hiç bir dinle memnun edemezsiniz.Hangi dine girerseniz girin bu kadar cahil bir yaratıcının ne yapacağını ön göremezsiniz.Sizide her an dışlayabilir.

KURAN'DA PEK ÇOK ASTRONOMİ HATASI VAR

 Kuran'ın gök cisimleri ve hareketleri konusunda, evrenin yapısı ve işleyişi konusunda oldukça yanlış fikirlere sahip olduğu göze çarpmaktadır.
Kuran;Dünyayı düz sanmaktadır.
Göğü/uzayı düz sanmaktadır.
Yeryüzünü evrenin en aşağı kısmı sanmaktadır.
Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü bilmemektedir.
Kütleçekimi hakkında yanlış bilgilere sahiptir.
- - - - - - - - - - - -
- Biz dünyaya yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik. (Saffat 6 KURAN)
Kuran işte bu göğün yerden yükseltildiğini düşünüyor ki bu çok yanlıştır. Çünkü yıldızlı gök dünyadan daha önce vardı. Hatta dünya bu yıldızlı uzay boşluğundan çekilen parçalardan oluştu. Bunu bilmediği için,kütle çekimini bilmediği için yıldızlı göğün yeryüzünden yükseltildiğini sanıyor Kuran.
- Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu. (Rahman 7 KURAN)
- Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Rad 2 KURAN)
- Ve yükseltilmiş tavana and olsun. (Tur 5 KURAN)
- Ve göğü nasılda yükseltmişiz. (Ğaşiye 18 KURAN)
- Onu yükseltti ve bir tavan gibi yaptı. (Naziat 28 KURAN)
- Gökleri yarattı direkler olmaksızın. (Lokman 10 KURAN)

 Tavan düz yada kubbemsi olur. Yuvarlak değildir. Oysa dünya yuvarlak olduğu için gök(uzay) dünyanın tavanı olamaz. Olsa olsa dünyayı her bir tarafından sarmalayan bir şey olur.Yani dünyayı düz sanan birinin ifadesidir göğü düz bir tavan olarak sunan ifade.Yıldızlarla dolu bu gök yerden yükseltildiği için, gökyüzünün yere düşmesi tehlikesi vardır Kuranda.
- ...Göğü de o tutar,yer üzerine düşmesin diye. (Hacc 65 KURAN)
Göğü nesnel bir tavan olarak düşündüğü için, yeryüzüne düşecek bir şey sanma cehaletine düşüyor Kuran.Tıpkı bir evin tavanının çökmesi gibi.
- Onlardan öncekiler de hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. (Nahl 26 KURAN)
- Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık. (Enbiya 32 KURAN)

  Evreni bir ev gibi düşünen, dünyayı evin düz zemini göğü de evin tavanı zanneden bir yanılgının içindedir Kuran.
Dünyayı evrenin en alt kısmı sanarsanız, göğü de dünyadan yükseltilmiş bir yer sanarsanız; göğün yere düşme tehlikesinin olduğu yanılgısına da düşersiniz;
- Göğü Allah yükseltti ve düzenini o kurdu. (Rahman 7 KURAN)
- Göğü de o tutar, yer üzerine düşmesin diye. (Hacc 65 KURAN)

   Görünen o ki düz bir dünyanın üzerinde direksiz yükseltilmiş düz bir gök hayali var kuranda.Ve bu göğün yer üzerine düşme tehlikesi var.Tabi burada gök yukarısı dünyada aşağısı konumunda sanılmaktadır.Oysa uzay bilgisi olan herkes bilir ki;Yukarısı ve aşağısı gibi kavramlar söz konusu değildir uzayda.Dünyayı evrenin en aşağısı zanneden biri için söz konusudur göğün düşme hareketi.(Zaten Arapça Dünya/deni kelimesi edna/en aşağı olan kelimesinden türetilmiştir. Ve en aşağıda olan anlamına gelir.Yani Kuran gök yukarıda dünya aşağıdadır diyerek, kendinden öncekilerin dünyayı evrenin en alt zemini sanma yanılgısını sürdürüyor.)
Dünyayı evrenin en aşağısı zannettiği için;var olan her şeyin gök ve yer(dünya) arasında olduğunu sanıyor.
- Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri,oyun olsun diye yaratmadık. (Enbiya 16 KURAN)
- Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennet için yarışın;o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Âli İmran 133 KURAN)

Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre,dünya da uzayda diğer gök cisimlerinden bir olduğuna göre “gök ile yer kadar” demek anlamsız bir ifadedir. Hatta bu ifadeden yerin en altta,uzayın ise üstte algılandığı anlaşılmaktadır.
- - - - - - - - - - - -
Ve Kuran Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü bilmediği için,Güneşin doğup batması olayını Güneşin hareketine yoruyor.Oysa olay sadece dünyanın kendi etrafında dönmesi olayıdır.Bunu bilmeyen Kuran yazarı olayı Güneşin bir yere gidip gelmesi olarak sunuyor.
- Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi!İşte o zaman İbrahim:Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti.O da:Hayat veren ve öldüren benim, demişti.İbrahim:Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir,dedi.Bunun üzerine kafir apışıp kaldı. (Bakara 258 KURAN)
   Görüldüğü gibi Güneş bir yere gidip geliyor sanmaktadır Kuran.Oysa olay sadece Dünyanın kendi etrafında dönmesidir.Güneşin bir yere gidip geldiği yoktur.Yani Kuran kendi çağının astronomi cehaletini aynen paylaşmaktadır.
   Aslında dünyanın düz olduğunu direk söyleyen ayetlerde vardır Kuran da:
- Ve yeryüzünü düz yaptı (sutıhat-düz olan-سُطِحَتْ). (Ğaşiye 20 KURAN)
Ayette geçen sutıhat açıkça düzleştirmek,tepsi gibi düz kılmak anlamlarına geldiği halde,modern çevirilerde farklı anlamlar verilmeye çalışılıyor.Böylece olayın üstü örtülmeye çalışılıyor.İbni Abbas,İbni Kesir ve Celaleyn tefsiri,bu ayetler dünyanın düz oluşunu çok iyi anlatır demişlerdir.(Ayrıca bakınız Rad Suresi 3.ayet,Kurtubi tefsiri)

- Yeri bir döşek kıldık. (Nebe 6 KURAN)
Döşek de yuvarlak değil düz bir şey'dir.Üzerine uzanacağınız düz bir zemini ifade eder.
- O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı.Ay ise bir nûrdur, ona birtakım konaklar da tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz. (Yunus 5 KURAN)
Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor. 

KURAN ARAP KAVMİNDEN OLMAYANA SESLENİYORMU?

 Sorun Arapça olmasından ibaret değildir.Asıl konu;Arapça inmeseydi Araplar sorumlu olmayacaktı demesidir.Arapça inmeyen Arap dini olamıyorsa;o zaman Arapça inende Arap olmayanların dini olamaz.Kuran ölçüyü böyle koyuyor.
Kuran'ın evrensel olduğunu söyleyen herkes Kuran'ı yalanlamış olur.Eğer evrensel bir kitap olsaydı;içinde evrensellik karşıtı ayetlerin olmaması gerekirdi.İbrahim suresi 4.ayet ve Zuhruf 44.ayetin karşılaştırılması bile pek çok şeyi açığa çıkarır.
Biz her peygamberi başka değil,sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmi için göndeririz.Böylece onlara anlatabilmesini mümkün kılarız-İbrahim 4
Muhammed'de Arap kavminin diliyle Arap kavmine gitmiştir.Bunu Zuhruf 44'le karşılaştıralım: 
Kuran senin için ve kavmin için bir öğüttür.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutulacaksınız-Zuhruf 44
Bütün kavimler içindir demiyor.Bütün kavimler ondan sorumludur demiyor.
Kuranı senin lisanınla(Arap lisanıyla) kolaylaştırdıkki onunla muttaki olacakları müjdeleyebilesin ve böylece inatçı olan bir kavmi uyarabilesin-Meryem 97
Bütün kavimleri uyarman için dememiş.İnatçı olan o bir kavmi uyarman için demiş.Kolaylaştırılmış Arap lisanıyla anlatılanı zar zor anlayan bir kavimden söz edildiği açık.Bu kavim hangi kavimdir?Japon kavmimi?Arap kavmimi?
  Ve onu emin bir ruh indirdi-Şuara 193
  Uyarıcılardan olabilmen için-Şuara 194
  Apaçık Arap lisanıyla-Şuara 195 (Bi lisânin arabiyyin mubîn)
  Demekki apaçık Arap lisanında inmese Arap kavmine uyarıcılık yapamayacaktı.Bu da demektirki;apaçık Japonca inen bir kitaba sahip olmadığı için Japon kavmine uyarıcılık yapamaz.Üstelik Kuran yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı vermektedir:
Eğer onu Arapça bir Kuran kılmasaydık;'neden dilimizde inmedi,Arap olana Arapça olmayan bir Kuran olurmu hiç' diyeceklerdi-Fussilet 44
O zaman Japon kavmininde Japonca inmeyen bir kitap için;neden dilimizde inmedi deme hakları vardır.Japon olana Japonca inmeyen kitap olurmu deme hakları vardır.Yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı tanıyan evrensellik karşıtı bir ayet.
  Ve bunu başka değil,pürüzsüz Arapça yaptık ki korunabilsinler-Zumer 28
  Pürüzsüz Arapça olmasaydı Arap Kavmi korunamayacaktı.Arapların korunabilmesi için pürüzsüz Arapça bir kitap gerekiyorsa,Japonların korunması içinde pürüzsüz Japonca bir kitap gerekiyordur.Buda evrensellik karşıtı bir ayet.
  Eğer biz onu Arap olmayan birine indirseydik ve gelip onlara okusaydı,hiç biri iman etmezdi-Şuara 198,199
  Demekki Arap kavmine Arap bir peygamberle ve Apaçık bir Arapçayla seslenmek gerektiğini biliyor.O halde Japonlarada apaçık Japonca konuşan Japon bir peygamberle seslenmek gerektiğinide biliyordur.
Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik-Yusuf 2
Arapça olmasaydı hangi kavim anlamayacaktı?Arapça hangi kavmin dilidir?Arap olmayanların anlamasını neden gündeme almıyor?
Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca,senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar-Zuhruf 57
Şimdi burada Muhammed Arapça İsa'dan bahsedince bağrışan kavim hangi kavimdir?Alman kavmimi?Japon kavmimi?Arap kavmimi?
De ki: "Ey kavmim! Bulunduğunuz mekânda elinizden geleni yapın! Muhakkak ki ben de yapacağım. Öyleyse yakında bileceksiniz."-Zumer 39
Ey kavmim diye Muhammed'in Arapça seslendiği bu kavim hangi kavimdir?Alman kavmimi?Arap kavmimi?
Yine biz (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman Tûr’un yan tarafında da değildin. Fakat senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmeyen o bir kavmi uyarman için o haberleri sana bildiriyoruz.(Kasas 46)
Senide ataları uyarılmamış olan ve bu sebeple gaflet(bilgisizlik) içinde kalmış o bir kavmi uyarman için gönderdik.(Yasin 6)
Evet yine bütün kavimleri uyarmak için demeyi unutmuş.
  Ve Muhammed ‘mahşer günü’ sadece kendi kavminden şikayetçi olacakmış:
Peygamber der ki: Ey Rabbim!Benim KAVMİM bu Kur’an’ı terk etti.(Furkan 30)
Görüldüğü gibi diğer kavimler Muhammed'in gündeminde yoklar.
  Kuranı ona bir insan öğretiyor dediklerini biliyoruz.Oysa bahsettikleri o kişi ve onun dili Arap'a yabancıdır.Bu ise dili apaçık Arapça olan bir kitaptır-Nahl 103
Arap olmayanların kendileri ve dilleri yabancı olarak görülüyor açıkça.Ötekileştirme var burada.Arapçadan başka bir dile tahammül olmadığını gösteriyor Nahl 103 ayeti.
Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn-Fussilet 3
Elmalılı Hamdi Yazır:Öz Arabca bir Kur'an olmak üzere âyetleri ayırd edilmiş bir kitab, bilecek bir kavm için(Fussilet-3)
Hayrat Neşriyat:Bilecek bir kavim için Arabca bir Kur’ân olarak âyetleri açıklanmış, müjdeleyicive (aynı zamanda) korkutucu bir kitabdır(Fussilet 3)
Bütün kavimler içindir demiyor.Bütün diller içindir demiyor.
  (Bu husus, "Biz her peygamberi başka değil,sadece kendi kavminin lisanıyla
göndeririz...(ibrahim 4)'' ayetiyle de kuvvet kazanır-Fahrettin Razi,Fussilet 3 tefsiri)
Senide ataları uyarılmamış olan ve bu sebeple GAFLET(bilgisizlik) içinde kalmış o bir kavmi uyarman için gönderdik-Yasin 6 

               **************************************
ve mâ enzelnâ=ve biz indirmedik,aleyke el kitâbe=sana kitabı,illâ=den başka,li tubeyyine=açıklaman için,lehum=onlara,ellezî ihtelefû=ihtilafa düşmüş/düştükleri,fî-hi=ona dair/onun hakkında,ve huden=ve hidayet,ve rahmeten=ve rahmet,li kavmin=tek kavim için,yu'minûne=iman etmeleri/müminlik
Kitabı sana başka şey için değil,sadece kendi arasında ihtilaf yaşayan tek kavim için(li kavmin-لِّقَوْمٍ) uyarı yapasın diye indirdik.Hidayet ve rahmet olarak,iman etsinler-NAHL 64
Bu ayeti aynen böyle çevirmeleri gerekiyor,ama bunu yapmıyorlar.Ayetin Arapça metninde li kavmin(tek kavim içindir-لِّقَوْمٍ) sözü var ama ayetin Türkçe tercümelerinde yok.Üstelik ayet sadece tek kavim içindir(li kavmin) demiyor,kavmin özelliğinide veriyor:kendi içinde ihtilaf yaşayan bir kavim.Üstelik Muhammed'in Arapça uyarı yapabildiği bir kavim.(İbrahim 4.ayeti hatırlayın;her peygamber kendi kavminin diliyle kendi kavmine gönderilir)Tercümelerde sanki bir kavim için değilmiş gibi davranıyorlar.Yani Lİ KAVMİN(لِّقَوْمٍ) kelimesinin hiç bir anlamı yokmuş gibi davranıyorlar.Kuran'ın bu kelimeyi sürekli kullanmasının hiç bir amacı yokmuş gibi.

SEBE 28 BÜTÜN İNSANLAR DEMİYOR

 Kuran bütün yeryüzü insanlarına gelmiştir diyebilmek için,Sebe 28 ayetini yanlış çeviriyorlar.
Seni ancak bütün insanlar için(kaffeten li en nasi) uyarıcı ve müjdeci olarak gönderdik-Sebe 28
  1-Bu ayete böyle evrensellik anlamı vermek;İbrahim 4,Fussilet 44,Zuhruf 44 gibi evrensellik karşıtı ayetleri çöpe atmış olmak demektir.Buna yazının sonunda değineceğiz.
  2-Bütün insanlar demek külli en nasi demektir,kaffeten li en nasi deyil.
  3-Kaffeten kelimesine bütünü anlamı verseniz bile,bütünü içindir diyebilmeniz için,Li(içindir) harfi ceri kaffetenden önce gelmelidir.Harfi cerler sadece kendinden sonraki ismin anlamına katkı için getirilirler:Li Allahi=Allah için,Li kavmi=kavim için.Yani kaffeten li en nasi değil,li kaffeten nasi demeliydiki bütün insanlar içindir anlamına gelebilsin.Kaffeten kelimesinin 'içindir' anlamına dahil olabilmesi için:li(içindir) harfi ceri kaffetenden önce gelmelidir.
 SORU=Kuran peygamberin gönderildiği insanlar dediği zaman;bütün kavimlerin bütün insanlarınımı kastediyor?Yoksa bir kavmin bütün insanlarınımı kastediyor?
...Musa asasıyla taşa vurunca sular fışkırdı ve bütün insanlar(külli en nasi) o suyu içtiler-Bakara 60
 Bütün insanların o suyu içmesi,Çin'den Brezilyaya kadar bütün yeryüzü insanlarının o suyu içmesimidir?Bütün insanlardan kasıt Musa kavminden olan bütün insanlardır.Bütün insanlar dediğinde bütün yeryüzü insanlarını kastetmeyen bir kitap var karşımızda.
Allah dedi ey Musa,seni istisnasız her bir insanın başına(ala en nasi-عَلَى النَّاسِ) yönetici olarak seçtim.Gönderdiklerimle ve sözlerimle-Araf 144
  Musa bütün yeryüzü insanlarının her birinin başınamı yönetici olarak getirilmiş?
Kâffeten li en nâsi ifadesi:Bunun "bütün insanlar" tarzında yorumlanması Arap dili kuralları açısından hatalıdır.Kaffeten:toplamak,toplu hale getirmek,cem etmektir.Fiildir.Ayetteki insanlar sözüde o bölgedeki yerel insanları kasteder(Zemahşeri,el Keşşaf Tefsiri-Sebe 28)
https://docs.google.com/file/d/0B8HCvt9Lvb2aUC0yTktKZmh0YUU/edit
Arapçada pantolonu katlayıp iki paçasını bir araya toplamak fiilinede kaffeten denilmektedir.O halde ayeti yeniden yazalım:
  Senin gönderilme amacını(görevlerini) toplayıp bir araya getirdik(kaffeten):insanlar için uyarı ve müjde yapmaktan ibarettir-Sebe 28
Yani buradaki kaffeten kelimesiyle;toplam görevinin,yapacağı işin toplamının, anlatmak ve uyarmaktan ibaret olduğu söylenmiş oluyor.Aşağıdaki ayetlerdeki gibi:
Resül'ün görevi sadece tebliğ(müjde ve uyarı) yapmaktan ibarettir-Maide 99-KURAN
....buna karşı peygamberlerin görevi,sadece açık seçik bir tebliğden(uyarı ve müjdeden) ibarettir-Nahl 35
Muhammed kendi kavminin insanlarına bildirimde bulunarak görevini tamamlamıştır:
Eğer yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim.Rabbim dilerse sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir...Hud 57
***Peygamberin görevi kendi kavmiyle ve kendi diliyle sınırlıdır***
" كان النبي يبعث إلى قومه خاصة وبعثت إلى الناس عامة "
''Bir peygamber kendi kavmi için,kendi kavmine gönderilir ve bu ayet peygamberin kavminden olan insanlara yönelik yazılmıştır''(Baghawi tefsiri,Sebe 28 ayeti)
http://quran.ksu.edu.sa/tafseer/baghawy/sura34-aya28.html#baghawy
Bu durumda ayetin anlamı aşağıdaki gibi oluyor:
Peygamberi gönderme sebebimizin toplamı,(kendi kavminden olan) insanlarla konuşmak ve onlara uyarı yapmaktan ibarettir-Sebe 28
  Burada İbrahim 4.ayete ve Zuhruf 44.ayete gönderme yapılmış oluyor.Bu ayetler peygamberin görevini Arap kavmiyle ve Arap diliyle sınırlıyor.İbrahim 4 bir ilke koyuyor:kavmin diliyle peygamberin dili aynı olmalıdır,farklı olmamalıdır.
Biz her peygamberi başka değil,sadece kendi kavminin diliyle kendi kavmi için göndeririz.Böylece onlara anlatabilmesini mümkün kılarız-İbrahim 4
Muhammed'de Arap kavminin diliyle Arap kavmine gitmiştir.Ve bunu Zuhruf 44'le karşılaştıralım:
Kuran senin için ve kavmin için bir öğüttür.Sen ve Kavmin ondan sorumlu tutlacaksınız-Zuhruf 44
Bütün kavimler içindir demiyor.Bütün kavimler ondan sorumludur demiyor.Kuran bütün yeryüzü insanlarını kastetme eğiliminde olsaydı Zuhruf 44 şimdiki gibi olmazdı.Kuran bütün kavimler içindir derdi,Kuran'dan bütün kavimler sorumludur derdi.
Senide ataları uyarılmamış olan ve bu sebeple GAFLET(bilgisizlik) içinde kalmış o bir kavmi uyarman için gönderdik-Yasin 6
  Bütün kavimleri uyarman için gönderdik demeyi unutmuş olmalı.
Bu basiretler bir kavmin insanları için hidayet ve rahmettir-Casiye 20
Malesef bu Casiye 20.ayette doğru tercüme edilmiyor.Eğip bükerek çeviriyorlar.
Bu ayette bir kavimden olanlar içindir(Li kavmin-لِّقَوْمِ) sözü geçmiyormuş gibi davranıyorlar.Bu kelimeyi yok sayıp sadece insanlar kelimesini alıyorlar.
  Zumer 27-28 ayetlerini okumak bile insanlar derken;sadece anadili Arapça olan insanları kastettiğini anlamaya yetiyor.
  Biz bu Kuran'da insanlar için her türlü örneği verdik-Zumer 27
  Ve bunu başka değil,pürüzsüz Arapça yaptık ki korunabilsinler-Zumer 28
Pürüzsüz Arapça olmasaydı hangi insanlar korunamayacaktı?Japon kavminin insanlarımı?Yoksa Arap kavminin insanlarımı?İnsanlar derken hangi insanları kastettiğini iyi anlayalım.
Eğer onu Arapça bir Kuran kılmasaydık;'neden dilimizde inmedi,Arap olana Arapça olmayan bir Kuran olurmu hiç' diyeceklerdi-Fussilet 44
Sizi yok eder ve yerinize başka zürriyete sahip yeni bir kavim getirir-Enam 133
  O zaman Japon kavmininde Japonca inmeyen bir kitap için''neden dilimizde inmedi''deme hakları vardır.Japon olana Japonca inmeyen kitap olurmu deme hakları var.Yabancı dilde inen mesaja itiraz hakkı tanıyan bir ayet.Evrensellik karşıtı.
Ve onu emin bir ruh indirdi-Şuara 193
Uyarıcılardan olabilmen için-Şuara 194
Apaçık Arap lisanıyla-Şuara 195(Bi lisânin arabiyyin mubîn)
Demekki apaçık Arap lisanında inmese Arap kavmine uyarıcılık yapamayacaktı.O halde Apaçık Japonca inen bir kitaba sahip olmadığı için Japon kavmine uyarıcılık yapamaz.
Kuran insanlara seslenirken bir halkın insanlarını kasteder.Bir kavmin insanlarını.
Ey insanlar!Siz Allah’a muhtaçsınız.Eğer dilerse,sizi giderir ve yerinize yeni bir halk getirir(halkın cedid-خَلْقٍ جَدِيدٍ)-Fatır 15,16
Ey insanlar!Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir-Nisa 133